Her şey olması gereken sırasıyla oluyor

Hani hepimiz bir ara konuşmuşuzdur “tavuk 🐔 yumurta 🥚” ilişkisindeki paradoksu.

GİRİŞ;

Daha karar verememiş olabiliriz hangisinin hangisinden çıktığına da hala dillendirip birisine olan yatkınlığımız ile işimize geleni tercih ederek savunuruz.

MES ile YALIN da aynı bu tavuk yumurta bağlantısında olabilir mi acaba?

Elbette yazımdaki savımın dışında başka seçenekleri de savunanlar olacaktır da acaba ben neyi savunuyorum?

Lafı çok uzatmadan; son paragrafa atlayıp da sonuca hızlı ulaşma arzunuzun da olanların beklentisini hemen yerine getireyim.

MES; YALIN’ın devamı değildir…

Hoppala diyenleri duyar gibiyim. Hele hele YALIN üretim tekniklerini yıllardır uygulayan, o uygulamaların zorluklarını yaşayan ve birçok çözümü MES’de bulan meslektaşlarım daha baştan okumayı bırakıp gitmek isteyebilecektir de merak uyandırdıysam devam edecektir okumaya.

Dünya bu kadar “Yapay zeka” ile uğraşırken, veri toplamada en etkin son yöntemi, üretimin değişkenlik ve aksaklılarını anında görüp gerekli aksiyonları vakit ve israf kaybetmeden tedbirler almamıza olanak sağlayan, üretim kapasitesini üst düzeye çıkarmaya destek olan, arıza süresini azaltmamıza ve genel ekipman verimliliğini artırmanıza olanak tanıyan, hammadde girişinden nihai ürün çıkışına kadar, üretim sürecinin tüm aşamalarında, üretim verilerini toplayıp analiz eden ve raporlayan([1]) MES ile her şey daha hızlı ve daha güvenilirken, bunu nasıl savunabilirim ki?

Hadi bakalım gelelim savıma!

Herhangi bir savı analiz ederken öncelikle önümüzde duran olgunun nasıl ortaya çıktığına bakmaya çalışıyorum.

Her türlü olgunun oluşması, “bir ihtiyacın hasıl olması” ile başladığına sanırım hepimiz hem fikiriz ki; bu fikir yazımızın özünü oluşturacaktır.

Bu hem fikirlilik bizi; ihtiyacın doğdu ortamı ve ortamın beklentilerini anlamaya zorluyor.

2.Dünya savaşı sonrası savaştan çıkmış olsa da 1930’lardan başlayan bir üstünlük ile  diğer dünya ülkelerine göre refah seviyesi yüksek, İstatistiksel Proses Tekniklerini (İPK/SPC) üretim yapılarında devreye almaya başlamış bir Amerika ile savaştan büyük bir mağlubiyet ile çıkmış o güne kadar ki teknolojik gelişimlerini de Avrupa ve Amerika ile olan ticareti sayesinde öğrenmiş, gizli adıyla bakarak görerek öğrenerek kopyalamış, özellikle kısıtlı demir maden kaynaklarına rağmen demiri çok iyi işlemeyi ve kullanmayı kendi kendisine öğrenmiş, bu sayede diğer dünya ülkelerinin tedarikçisi konumuna geçmiş, dünya ticaretinde bir yer edinmeye başlamış bir Japonya vardı o zamanalar karşımızda.

Japonya, 19.yy’da dünyada endüstriyel oluşumların başladığı dönemde, kendisini geliştirirken, hırslarına yenik düşüp o endüstrileşme çalışmalarına sekte vuracak petrol ambargosuna([2]) karşı koymak adına Sam Amca ile itişmeye başlamış olması; 2. Dünya savaşında başına gelenler bize aradığımız soruya ışık tutabilecektir.

Hepimizin sonunu iyi bildiği Pearl Harbor saldırısı ile başlayan, Nagazaki’ye, o zamanın teknikte dünya lideri Amerika’nın kendisi için risk oluşturacak süreci fark ve gark edip gerekli önlemini almasının ardından, 2 Atom bombasını Japonya’ya göndermesiyle tüm Dünyanın gözü önünde şaşkınlık içinde savaş, Japonya adına büyük bir yıkımla son bulmuştu.

Diğer yandan olaya bakışımızı Japonya’nın arzu ve ihtiyaçlarını ve buna neden olan geçmiş 100 yıllık yaşantılarına kısa bir göz atarak devam edebiliriz.

Meslektaşlarımın hepsinin gayet yakından bildiği Mr.Deming’in Amerika’nın Yale üniversitesinde ilk defa tanıttığı PDCA/PUKO çevrimini kendi ülkesinde pazarlayacak & yayacak bir zemini bulamaması sonucunda kendisini Asya’ya, Japonya’ya atmasıyla başlıyor her şey. (Bazen kendi kendime bu Mr.Deming Amerika’nın gizli bir projesi miydi dediğim anlar olmuyor değil!)

İşte daha o dönemlerde, Yin-Yang misali MES/YALIN iş birliği gizliden gizliye başlamıştı.

 

GELİŞME;

Dünya’da, 20. Yy.’ın ortalarında başlayan gerçek savaş bitmemişti.

Sonucu hüsranla biten 2.dünya savaşında artık ölüm-kalım savaşında ayakta kalmanın karşılığı; insani gurur seviyesine gelince, dünya insanlarındaki haysiyet ve gurur konusunda açık ara önde ve Japoncada da var olan sosyolojik bir kavram olarak her Japon’da hissedebileceğimiz “Kokarcanın son fırsatı…” dedikleri bir deyim ile başta Toyota’nın baş mühendislerinden Taiichi Ohno’ya (大野耐) ve onun önderliğinde önce Toyota’ya sonra da tüm Japon halkına, savaşı denizaltıların itişmesinden, üretim tekniklerinin üstünlüğü gerçekleştirmeye yani “hayatta kalma mücadelesine” getirmişti.

Sırf bu ilk adım bile bugün bize, kullandığımız PUKO’nun işletim temeli olan 5N1K bakış açısıyla “Ne? Nerede? Ne zaman? Niçin? Nasıl? ve Kim?” tarafından çıkartılmış olduğunu hissettirebiliyor.

Ve 5 kademeli 5N-Neden… sorularını sorarak, kök neden analizi yapıp sorunun özünü görmemize de ek bir yardımı olabiliyor.

1. Neden bugün Japonya teknoloji lideri olarak tanınıyor?

                - Çok çalışkanlar…

2. Neden Japon halkı çok çalışkan?

                - Geçmişi uzun yıllara dayana köklü bir imparatorluk ve bunu oluşturan gurur ve saygıyla oluşturdukları azimleri ile pekiştirdikleri çok kuvvetli aile bağlarını olduğundan,

3. Neden YALIN tekniklerini uyguluyor?

                - Yaşamda ayakta kalabilmek ve kendi kültürlerinin devamını sağlamak için bir ada ülkesi olan 400 bin Km2 alanda kısıtlı doğal kaynaklarını verimli kullanmaları gerektiğini bildiklerinden,

4. Neden ihtiyaçlarını hızlı bir şekilde devreye almaları gerekti?

                - Dünyanın endüstrileşme çalışmalarına 18. Yy. sonlarında başladığını ve toplumlarını kendilerini geçmekte olduğunu, sanayinin dişli çarklarında ezilmeden yok olmadan ayakta kalabilmeleri için “hızlı, verimli ve katma değeri yüksek” işler yapmaları gerektiğini fark etmiş olduklarından,

5. Neden bu gereklilikleri yerine getirmek için dünya gelişimine özdeş bir eğitim sistemini devreye aldılar?

                - Her türlü gelişmeyi, değişimi insan aklıyla, fikriyle ve kendi vatandaşının gücüyle yapabileceğini, çok uzun geçmişe dayanan yıllar içinde bunu ancak kendi soydaşlarının en iyi şekilde yetişmeleri sağlayabildiklerinde gerçekleşeceğini bildiklerinden,

….

Her nedene bir cevap aranmaya başladıkları 1950’li yıllarda Mr.Deming PDCA/PUKO’suyla([3]) Japonya’da sahneye çıkıyor.

Planla-Uygula-Kontrol et-Önlem al: Tekrar Planla…

PUKO’ya böyle 👀 baktığımızda diğer adıyla “Deming çevrimi” sıralı bir iş akışın tanımlanmasından başka bir şey olmadığını görebiliyoruz.

Planla-Uygula-Kontrol et-Önlem al: Tekrar Planla…

Ne hissettik okurken?

Ardışıklık… Sistem… Etrafına hâkim olma isteği… Sorun görürsen tedbir al! Sürekliliğini sağlamak için başa dön. Tekrar tedbir al…

Geçmişe, 100 yıldan önceki yıllardan önceki tarih sahnesine baktığımızda, İngiltere kökenli Amerikalıların yaşam mücadelesi; kendi yaşam beklentilerini bu 4’lü adım ile yürüttüğünü, her anında her yılında, her döneminde görürüz.

Planla-Uygula-Kontrol et-Önlem al: Tekrar Planla…

Oysa Japon kültürünün 16. Yy.’dan beri (onları tanıyabildiğimiz yıl olduğundan, yoksa daha öncesi de var) balıklar bozulmasın, kokmasın diye önce yosuna sardıkları sonra pirinç çuvallarında tuttukları yoksul balıkçı yemeği olan suşi’ye alternatif bir şeyler yetiştirmek adına, toplam 380 bin Km2 yüz ölçüsünde bir alanda 70 milyon insan yaşamaya çalışırken (Japonya yüz ölçümü Türkiye’nin yarısı, Amerika’nın 25’de biri. Nüfusu o yıllarda Türkiye’nin 15 milyon, Amerikan’ın 130 milyon) Amerika’nın 1,5 milyon Km2 ekili alanlarında refah içinde beslenen Amerikalılara karşılık kendileri sadece Japonya’nın yüz ölçümünün %20’sinde, yani 80 bin Km2’lik bir alanda ekim yapılabilirliği, yer altı değerli maddenler biraz olsa da o yıllarda daha ekonomik değeri tam anlaşılmadığından o zamanın en kıymetli madeni olan demir cevheri de sınırlı olması yetmezmiş gibi, bir de ileri Ataerkil-kapalı bir toplumun eşliğinde sık sık adını duyduğumuz “Origami([4]) sanat kültürünü tüm aile yapısı içinde sıkı bir gözlem yeteneği kazandıracak şekilde uygulaması, her bir nesneyi küçültmeye-ufaltmaya-kopyalamaya çalışıldığı bir iç disiplin ile geçirdiği yüzyılların ardından 20. Yy.’a girdiklerinde, gelişen dünyanın, özellikle Amerikalılardan öğrendikleri teknikleri ve bilgileri çok hızlı ve etkin bir şekilde kendi yapılarına adapte edilmişlikleri ve gene o origami ve yazılı hikaye sanatının eşliğinde ileri seviyede “Üste/Ata’ya” saygı kültürünün de etkisiyle gelişmiş gözlem yeteneklerini de ekleyince, Deming’in PDCA/PUKO’sunu üretim yapılarına çok hızlı adapte edebilmiş ve Atom bombası ile yenildikleri Amerika’yı, onların endüstriyel başarısı olan “sanayi silahı” ile vurmak istemeleriyle peydahlanmış hırslarını ancak üretimde YALIN/SADE, Sorunsuz/Kusursuz davranış metodlarını devreye alarak bastırabilmiştir. Kısaca özlerinde var olan hatalı bir yaşamda var olmaktansa “Hara-kiri(腹切り-Seppuku(切腹) ” yapıp ölmeyi tercih eden kültürlerinin eşliğinde doğmuştur; YALIN ÜRETİM TEKNİKLERİ

STOP!” diyelim biraz ve bir daha düşünelim son paragraftaki azmi, hırsı ve gururu…

Eh Japonlar bunları uygularken Amerikalıların eli armut mu toplamış?

Hiç değil tabi ki… Sistemsel çalışmanın özünde; işi kolay ve hızlı yapmak ve mümkünse birisine yaptırmak olan teknolojik gelişmeleri ve keşifleri gene;

Planla-Uygula-Kontrol et-Önlem al: Tekrar Planla…

İlkesiyle sürekli gelişmeyi kendilerine yaşam felsefesi edinmiş Silikon Vadisin çocukları, “Çevrelerine… Dünyaya hakim olma!” arzularıyla (işin içinde tembellik ama az çalışan değil; “işi başkasına yaptırma” arzusu ile) oluşturmuşlar Dijital MES’i, “Digital Manufacturing Executive System / Dijital Üretim Yönetim Sistemi ilkelerini ve gerekliliklerini.

İşin özü; 20. Yy.’da Japonlar, Amerikalıların bulduğu PUKO’yu kendi coğrafyalarında sade ve etkin kullanımlarıyla devreye alınca Japonlar, MES’in geliştiği coğrafyaya, YALIN ile cevap vermeye başlamışlar.

Yüz yıla yaklaşan bu endüstriyel mücadelede Japonlar, MES’in özünü oluşturan Amerikalıların teknolojik gelişmeler ile yarattıkları üretimdeki verim avantajlarını, halen YALIN Üretim Teknikleri ile bertaraf etmeye çalışıyorlar. Amerikalılar da 1960’larda Toyota’nın yaptıkları karşısında kendilerine göre çok daha ekonomik bir üretim tarzını uygulamaya başlamış ve kendilerinden %30 daha ucuza araba üretip satabilen bir Japonya’ya karşı MES yöntemlerini geliştirip aşmaya çalışıyorlar.

Yani ne MES, YALIN’ı doğurmuş. Ne de YALIN, MES’i…

Her ikisi farklı coğrafyalarda farklı gereklilikler eşliğinde, aynı bir Yin-Yang gibi birbirini besleyerek büyümüşler, gelişmişler ve günümüze kadar gelmişler.

Yıl 2000’lere geldiğinde savaş alanı artık ne toprak savaşları ne de otomotivdi. Savaş artık 9 milyara dayanan insan nüfusunu besleyecek (gıda), bakacak (ilaç) ve iletişim, gözlem ve yeni yaşam alanlarına (uzay sahasına) dönüşmüştü.

Yaşantımda gerek Amerika’da gerekse Japonya’da ki fabrikalarda ve o bölgelerin sosyal hayatında karşıma çıkan izlenimlerim eşliğinde değerlendirmeye çalıştığım MES & YALIN üretim tekniklerinin her ikisi de; coğrafyaların kendi ihtiyaçları ve kültürüyle oluşmuş bir olgu olarak ortaya çıkmıştır.

Ehhh? Nerede Türkiye? Nerede bizim beklentilerimiz, özümüz der gibi hissediyorum buraya kadar okuyup bana, yazıya, dergiye saygı duyan okuyucularımız.

Yazının özü burada başlıyor. Ne demiştik yazımızı başında;

“…Her türlü olgunun oluşması, bir ihtiyacın hasıl olması ile başladığına sanırım hepimiz hem fikiriz… ki bu fikir yazımızın özünü oluşturacaktır….”

 

SONUÇ;

O zaman dünyanın geçiş bölgesinde olan ne batılı ve ne de doğulu olan coğrafyamızda “Avrasyalı” olarak kendimizi adlandırdığımızı unutmadan 5N1K’yı oluşturalım önce…

Neye ihtiyacımız var?  : T.C. Sanayi Bakanlığının açıkladığı verilere göre ülkemizde endüstriyel verimli çalışma ortalaması %30 🤔. Yani, verimli çalışmaya ihtiyacımız var

Nerede ihtiyacımız var?             : Sayıları 3 milyona ulaşan ülkemizin her işletmesinde

Ne zaman ihtiyacımız var?       : Yapay zekanın, robot teknolojileriyle ürün/hizmet üzerinde, insanın yarattığı katma değerin çok daha altında bir değer harcayarak, çok daha üstünde bir katma değer oluşturan bir dünyaya karşın, daha ekonomik ürün/hizmet sunabilinmek ve bu dünya pazarında etkin olmak için: “Hemen…”

Niçin?                                                 : Dünya Dış ticaretteki daralma öngörüleri eşliğinde ve her ay %3 oranında Dış ticaretimizin düştüğü bir ortamda ayakta kalabilmek adına. Ürün/hizmet satış fiyatı içinde Katma Değer kısmının arttırılması, genel gider deyip kestirip attığımız ve müşterinin üstüne yıkmaya çalıştığımız ne olduğu belirsiz israfları azaltmak için

Nasıl?                                                 : Hala gelişmekte olan ülkeler seviyesinde olduğunuzu göz ardı etmeden, mücadele ettiğimiz toplumların pozitif özellikleri farkına varıp, kavrayıp onları devreye alarak. Bugün bu sorunu çözmeden en etkin üretim destek teknikleri olan YALIN üretim teknikleri eşliğinde MES- Dijital Üretim Destek Tekniklerini kullanarak

ve Kim?                                              : BİZ, SİZ..

Biz şimdi kaldığımız yerden;

Planla-Uygula-Kontrol et-Önlem al: Tekrar Planla…

Sürecimize, MES/YALIN iş birliği adına bir göz atalım

20 Yy. sonlarına doğru süreç yapıları, departman tipli görevlerde birbirlerine iş akış bildirimi yaparlarken ki bilgi aktarımında yaşanan zorlukların farkına varılmasıyla çıkmıştır.

Yani müşteriden satış komutu alan departmanın bunu önce üretim bölümüne sonra da üretim bölümü kendi ihtiyacına göre satın alınacak komponentleri satınalmacısına bildirip tedarik edilmeye başlatması için dokümantasyon hazırlığı amirden onay almalar, siparişi tedarikçiye geçmesi gibi çalışmalar departmanlar arası zaman kaybına neden oluyordu.

2000 yıllarda büyük bir revizyonu ile süreçlerin tanımlanması standartlara da girince kuruluşlar gerekli iş yapış şekillerini fonksiyonlar üzerine kurmaya başladılar.

Bu değişimin ihtiyacı bize; iletişimdeki bilgi transferinin önemini ve bu transfer hızının sonuca etkinliğini görmemize olanak sağladı. Ya da daha dert tanımıyla gözümüze batırdı.

Ne demiştik? Her olgu bir ihtiyaçtan doğar…

Bu yeni ihtiyaç; bilginin transfer edilmesindeki hızı, sorunlarımızı diğer adıyla müşteri denen yapının beklentilerini karşılamada erken teşhis ve analiz edip aksiyon almamızda en ön etken-işlev olarak karşımıza çıkarttı.

Zaman içinde müşteriye ulaşmak ve onun beklentilerini karşılamak adına onun beklentisini kuruluş içine çok hızlı bir şekilde iletmek ve konuya çözüm bulmak için bazı destek araçlarına ihtiyacımız arttı.

2010’li yıllarda internetin de etkin kullanımının yayılmasıyla artık bilgi transfer hızı hepimizin, her işin başında ele aldığımız ya da almamız gereken bir konu olarak masamıza yerleşti.

Malzeme biliminin gelişmesiyle, seramik bazlı bilgisayar teknolojilerin bir bilgiyi alıp, mukayese edip iletme hızı; insan davranış hızının önüne geçmesiyle de artık kulaktan duyup, beyinde mukayese etmemiz sonucu ellerimize komut verip yazmak ya da ayaklarımıza komut verip bilgiyi ilgili kişinin yanına gidip ona dilimizle anlatma zamanının çok önünden gerçekleştirmeye başladı.

Bu, geri besleme hızı / farkı; müşteri beklentilerini önce kavrayan, önce çözme adımlarını yerine getiren, önceden sonucu müşteriye ileten kuruluşlara büyük ama çok-çok büyük avantajlar sağlamaya başladı.

İşte bu iş birliğinde MES artık görevini biliyordu; “Bilginin hızlıca transferini yapmalıydı. Yapmaya başladı. Ve gelişerek yapmaya da devam edecektir.”

Eh tabi ki bilgi hızlı transferi tamam da, transfer edilecek bilginin çokluğu, gerekliliği, ilgililik seviyesi, sadeliği, YALIN’lığı ne durumdaydı acaba?

MES bize sadece bilgiyi hızlı iletirken iletilen bilgiler karman çorman hazırlanmış, ya da tasarlanmış bir süreçte bizlere ne kadar müşteri beklentisini karşılamaya avantaj sağlayabilecekti ki?

Hatta bu karmaşık bilgi çokluğu insan önüne düştüğünde eskisinde daha da zor bir davranış, daha da hatalı davranmamıza neden olmayacak mıydı?

Zira eskiden yavaş yavaş gelen bilgileri, konuyu analiz eden insan tarafından, gelme hızına bağlı olarak algılanıyor ve insanın düşünce ve davranış tepkisine bağlı bir hızında çözülüyordu.

Oysa şimdi YALIN’laşmamış, sadeleşmemiş MES sisteminin desteği ile insanın kabul ve tepki verebileceğinin çok üstünde fazla bilgi, çalışanın masasında (tabi ki bilgisayarının masa üstünde ya da mailinde) gelince çözümsüzlükler artmaya başlamasıyla konular orada duruyor ve ona anlamsızca bakan çalışanlar ya da o gelmiş olan bilgi yığının içinden; “Acaba hangisinden başlasam, hangisini yorumlasam, hangisine çözüm bulsam?” diye düşünen yani zaman kazanalım derken daha çok zaman kaybeden çalışanlar oluşturmaya başladı.

Gün içinde YALIN’laşmamış süreçlerde MES ile bilgi transferi yaparak oluşan ve dağıtılan yüzlerce mailere biraz boş biraz ilgisizce bakarak vakit geçirmeye başlamış olduk son 20 yılda…

Evet yazımızın sonuna geldik;

Hani öğrenmiştik erken yaşlarda yazılarda

giriş, gelişme, sonuç” vardır diye.

-          Girişi x kadar kelime ile YALIN/MES’in varoluşunun tanımlanmasının ardından,

-          Gelişmeyi; y kadar kelime ile analiz etmeye çalışıp,

-          Sonucu; z kadar kelime ile aktarmaya çalıştım sanayide gördüklerimi siz değerli okuyuculara.

Nasıl bir yazının girişi olmadan gelişme bölümü, gelişme kısmı olmadan sonuç yapısı olamayacaksa;

-          Planlama olmaksızın uygulama,

-          Uygulama olmaksızın sonuç,

-          Sonucu kontrol edecek değerler olmadan, önlemleri oluşturmayan bir kuruluşun artık ayakta kalabileceği bir geleceği olamayacak gibi…

 

ÖNLEMLER

Savım, belki yetmemiştir sizlere.

Umarım da “Yetmemiş olsun! “

Hepimizin, herkesin, bundan sonrasını

Ø  Planla-Uygula-Kontrol et” sürecimizin son adım olan “Önlem al” ile tamamlanmasını,

Ø  Kuruluşlarımıza YALIN//MES iş birliğinin bir an önce devreye alınmasını,

Ø  Dünya 🌍 gelişiminde yer almak isteyen herkes ile ortak bir platformda buluşulmasını diler, saygılarımı sunarım.





[1] (Yusuf Sait TÜRKAN/İmalat Yönetim Sistemlerinin Değerlendirilmesinde Sistem Fayda Değer Analizi Yaklaşımı Tez çalışması)

[2] Dergipak: Pearl Harbor Baskını’nın Maliyet Fayda Analizi Açısından Değerlendirilmesi

[3] Anadolu Üni. Öğr. Gör. Tarkan OGUZ·/İstatistiki Kalite Kontrolu Yönetim Metodolojisine dönüştüren Mr. E. Deming

[4] Pamukkale Üni. Eğitim Fak.: Doç. Dr. Belma TUĞRUL / Kağıt Katlama Sanatı ORİGAMİ ve Öğrence

Homo Sapiens

3’lünün son kitabından sonra hislerim; Sapiens’i kolay bitirdim ama diğer ikisinde biraz zorlandım.

3 kitabın özeti; yazdığı her şey çok doğru ve dünyada yaşayan bir kişi olmak bazen aşağılık bir yaratık olmakla özdeşmişim gibi hissettirdi bana.

Bu 3 kitabın arasına Azra Kohen’in Aeden’i sıkıştırmıştım.

Azra roman, Harari ise öğretmen tarzında yazmış olsa da işledikleri konu aynı.

“Homo Sapiens'in zaafları."

Üst üste benzer tasvirlerin ardından, artık eminim ki biz insan değil, sadece insan olma potansiyeli olan insansılarız...

İnsan olma potansiyelimiz var ama ona ulaşmak için bir ömür yetmeyecek. Hatta belki Sapiensler bunu yaşarken asla başaramayacak, ya başka bir HOMO yaratılacak & oluşacak ya da ancak dönüşebildiğimizde kozamızdan kelebeğe, belki o zaman insansılığımızı terk edebileceğiz, o zaman İNSAN olabileceğiz.

Bu kitabın son bölümü ise bu dönüşüme katkı sağlayacak en öncelikli aracı bize gösteriyor gibi NEFES MEDİTASYONU. Kısacası varlığımızın anahtarı NEFESİMİZ

Al-Ver, Al-Ver, Al-Ver

Barış Çöreği

Fakir Baykurt
Lunaparktaki “Roller Coast” denen o birden en yükseklere çıkan sonra bir iki takla atıp yere inen, bazen bir tünele girip kaybolan hızlı trenler misali, bir ömre sığdırılmış onlarca eser, binlerce öykü belki on binlerce insanlık adına çatışma…

Mavi sıcaktır



On altıma geldiğimde kendimi ve bedenimi tanımaya başladıkça, geceleri onu düşlerimde daha sık görmeye başlamıştım.

Hırsız


Perde açılır...
Karakol odası içinde bir polis memuru sırtı seyircilere dönük masaya yaslanmış bir halde ayakta dururken arkasından birisi itmiş de düşecekmiş gibi tökezleyen bir çocuk “İttirmesene” diye bağırarak sahneye girer. Masanın seyirciye uzak kenarında duran sandalyeye tutunur, yüzü seyirciye dönük eğreti oturur.

Gelecekte geçmişin izleri

Bel küreğini sapladığında alnından düşen terler geleceğini biçimlendirecek miydi?

Benim Katilim Babam


Yılda bir defa aynı soruyu soruyorum kendime “Sen kime tecavüz ettin baba?

Kürk Mantolu Kadın Nasıl Okunmaz?

 
“…Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna’sı, edebiyat tarihimizde geç keşfettiğimiz eserlerden birisidir ve hâlâ hak ettiği yeri bulamamıştır…

Bu yaz tatilinde çadır mı, karavan mı?

Tatiller, hayatımızın tekdüzeliğinden bizleri koparan bir zaman diliminden başka ne olabilir ki? Eh o zaman, dört duvar arasında geçirdiğimiz yılın üç yüz elli gününden farklı bir yaşam tarzını, beton binalar dışında, doğa içinde bir tatil sunabilen çadır ya da karavan ile bir tatil yapmayı arzu ederken kimselere gidemediğimiz ya da kimselerin bize gelemediği bu Bayram’da hangisinin bizlere daha uygun olacağını düşünmek için iyi bir fırsat.

Gelecek geçmeden...

Bu yüzyıl başka bir yüzyıl.
Hem de öyle başka ki her türlü kötülüğü görmek ve gösterilmek istendiğinde yer yüzünde bugüne kadar keşfedilmiş tüm bilgilerin kullanılabildiği bir yüzyıl.

Bin dokuz yüz seksen dört


Bugünlerde ne okusak bizi derinden sarsıyor olabilir ama “George Orwell’in 1984 adlı romanı” Anadolu coğrafyasında her 20 yılda bir okunası ve okunduğunda da karşılığı bulunası bir roman.

Endülüs köpeği


Un chien Andalou / by Luis Buñuel

Filmler vardır oturduğumuz yerden bizi alır başka yerlere, hayal âlemlerine götürür.
Filmler vardır bizi oturduğumuz yere daha da sabitler ve kendimizi fark etmemiz için düşündürür.

Mary ANNING

Mary ANNING 
İlk Kadın Paleontolojist
COĞRAFYASI, YAŞANTISI,  ÖNEMLİ BULUŞLARI,  ETKİLEDİKLERİ,  ONUN ANISINA,  FELSEFESİ,  KAYNAKLAR
Katkılarından dolayı 
İnci KOYUNCU ve Gülay ÖZKAN'a teşekkürlerimle

Narayama türküsü

The Ballad of Narayama / by Shohei Imamura  

Hiçbir efsane gerçek dışı değildir…

İki defa gezi yaptığım Japonya’yı anlamak için verdiğim uğraşılar hayatımın birçok zorlu sınavlarında verdiğim uğraşılardan daha fazla olmuştur.

Hiç bitmeyen öykü

Never Ending Story / by B. Eichinger
Başkalarının öğrettiği gerçekler mi, kendi gerçeklerimiz mi?
Cevapları ararken kaybolduğumuz hayat içinde değil miyiz?

Film_1-Tibet'te yedi yIl

SEVEN YEARS IN TIBET / by Jean-Jacques ANNAUD
1952 yılında dağcı, gezgin, coğrafyacı ve yazar Avusturyalı Heinrich Harrer’in kendi yaşam otobiyografisini yazdığı “Dalai Lama’nın yanında Tibet’te yedi yıl” kitabı üzerinden yola çıkılarak hazırlanmış, Fransız sinemacı ve film yapımcısı Jean-Jacques Annaud’un 1997 yılında çektiği ABD yapımı bir filmidir.

Kitap_2-İbrahim Peygamber

Hz. İbrahim /Muazzez İlmiye ÇIĞ
Tanrı bir ve tek olsa da yarattığı insanların bir olmadığını o da biliyor...
Muazzez İlmiye Çığ’ın bu okuduğum üçüncü kitabı.
Onun kitaplarını okumaya, Sümerliler üzerine bazı gerçekleri fark etmeye başladığım, yani Lübnan’a yaptığım bir seyahatten sonra olması benim adıma geç olsa da bu eserlerin derinliklerini fark etmem adına sevindirici.

Yabancı

YABANCI / Albert CAMUS
Cezayir doğumlu Fransız yazar - filozof Albert Camus’un 1942 yılında yayınlanan, 1957 yılında da Nobel Edebiyat Ödülüne layık görülmüş ilk ve en çok ses getiren romanıdır.
Camus, insanı ön plana alan, bireysel haklara sahip yaşam tarzlarının dünyaya yön verdiği "varoluşçulukdüşüncesinde birçok eser ortaya koymuştur.

Jean CALVIN



1509-1564 yılları arasında yaşamış Fransız (teolog -İlahiyat) din bilimcisi ve reformcusu Avrupa'da gelişen Reform hareketinin önderlerinden.


Benim Benl'erim

Anamın karnını terk ederken konforumu kaybetmiş, daha o ilk nefesimde başlayan mutluluk arayışlarımda yaşam kaygılarımı da edinmiştim.

Çizgi

Arayışlarım bittiğinde, tekrar başa döneceğim...
Bu hafta sonu olduğu günlerinden birisindeyim. Denizin yosun kokusu uzaklardan burnuma kadar geliyor.

Banyo

Kendi yolculuğumuzda kirlendikçe başkalarını anlamak kolaylaşıyor.

Panjurların bir yerlerinden “yiuvvv, yiuvvv” diye gelip geçen gelen rüzgâr sesleri odaya doluyor. Pencerenin iki yanında toplanmış fon perdelerini sallandırdığı yetmiyormuş gibi, uğultusu vücudumu da titretiyor. Dün gece bu gürültüler yüzünden sabaha kadar sık sık uyandım.

Doğum günü


Her canlı, gideceği yerin toprak olduğunu bilmeden doğar.

Bu gece, sevgilimin yirmi dördüncü yaş gününü kutlayacağız. Bol tüylü oyuncak bir ayı, bir de uçan balon alıp evine geliyorum.

Öykü_3-Dava


1 dakika sonrası...

Çocuk hiç kımıldamadan, hem merakını giderememenin sıkıntısını yaşıyor, hem de yerde can çekişen fotoğrafçıya bakıyordu.

Öykü_2-Ceza


Yaşadığımız her an hedeflerimize ulaşmak adına çekmekte olduğumuz bir cezaydı.

Odayı sessizlik kaplayınca, o ana kadar söylenenleri steno eden kâtibe Nadia, heceleri tuşladıkça makineden sarkmış olan kağıda bir göz atıp, arkasına yaslanıyor.

Öykü_1-An


Bu sefer onu kırmamak adına daha temkinli davranmaya niyetliyim. Ruhum da yıllar öncesine göre daha özgür ve daha başına buyruk.