YABANCI / Albert CAMUS

Romanlarında gözlem yeteneğini etkin bir şekilde kullandığı gözlenmektedir.
Camus, YABANCI adlı eserinde, roman kahramanın gerek annesinin ölümünü karşılayış şekli, gerek bir Arabı öldürmesinin ardında yargılanırken cevapları, gerek idama giderken toplumun beklentilerine göre zıt olan düşünceleri nedeniyle, toplum dışına itilmiş bir kişiliği yansıtmaktadır.
2. Dünya savaşı etkisiyle, her şeye “bir anlam” arayanların olduğu bir dönem de roman kahramanı aracılığı ile salt kendi bilincinde yaşayan bir bireyin toplum ile olan çatışmasını sergilemektedir.
Bugünlerde kolaylıkla kavrayabildiğimiz, 20. yy. insanının içine düştüğü yabancılaşma tiplemesini o dönemde bir ilk olarak anlatıldığı bir romandır.
Bu eseri okurken, roman kahramanı Meursault’un, annesinin ölümüne gösterdiği tepkisizlik şeklinde ortaya çıkan tepkisi ve tepkisizliğin de bir eylem olduğunu kavrayamayanlarla yaşadığı toplumsal çatışmayı gözlemlerken, her birimiz kendimizden de birçok parça bulabiliriz.
Yaşadığımız farklı olaylara tam da anlam katmaya, tepkisizliğin de bir davranış şekli olduğunu kavramaya çalıştığımız bu günlerde, bu düşünceyi az biraz benimsemiş olmam adına YABANCI’yı tekrar okumam bana iyi geldi.

Albert’e göre saçma yaşamda hayatımız, anlamsız alışkanlıklar döngüsü içinde gelir geçer.
Bu yüzden yaşam denen sürecin sonucu saçma bir ölüm olsa da dış etkilerle oluşmuş alışkanlıklarımızdan kopmamız gerektiğini dile getirir.
Descart’ın dünyanın varlığı üzerine yürüttüğü “Yaşamın hiçbir anlamı olmadığı” düşüncesiyle, Camus’nün “İnsanlar yaşam şekillerini kendileri seçmelidir.” düşüncesi birleşmekte ve bu böyle ise; “İşte, şimdi, sırf bu sebepten dolayı” yaşama sarılmalı ve seçimlerimizi yapmalıyız, demiştir.
Tüm yaşamın saçmalığına karşı, eylemsizliği değil, tam aksine umudu beslemek ve acıyı bir yerde durdurup, yaşamayı seçmemiz gerektiğini bizlere hissettirir.
Bu neden ile bu eser benim için ölüm eşliğinde yaşamın yüceliğini hissettirdiği ve yaşama sevincini bana aşılaması adına daha da anlamlıdır. Özellikle hayata tutunma özelliği, Albert Camus’nün Veba romanında daha net görülür.
Camus, “Her şeyin anlamsız olduğunu” söylediğimiz anda bile “Anlamlı bir tavır” ortaya koyduğumuzu ve bir tercih yaptığımızı savunmaktadır.
Aynı dönemim bir başka Fransız düşünür ve yazarı Jean Paul Sartre’a göre saçmalık, “İnsanın dünya ile olan ilişkisinden başka bir şey değildir” ve Camus’nün kahramanı Meursault sadece bu saçmalığı yaşamaktadır...
Bunun için ne annesinin ölümü, ne Tanrıya inanıp inanmaması, ne bir adam öldürüp idam edilecek olması dert edilecek konular değildir. Ve Roman Kahramanı Meursault bu saçmalıklar içinde saçma sapan yaşayan bir insandır.
Ağdalı ve özlü sözler şeklinde cümleleri olmayan bir eserdir. Camus eserlerinde sade ve yalın bir dil kullandığından dünyanın gerçeklerini tüm çıplaklığı ile bize aktarmaktadır. Bu nedenle daha da etkileyicidir.
Yine de en çok ilgimi çeken cümlesi ile tanıtımımı bitirmek istiyorum.
“Erdemler nasıl oluyor da bir suçlu aleyhine ezici bir kanıt olabiliyor...” der yaşamda yaptığı seçimler nedeni ile idama mahkûm olduğunu mahkeme salonunda…
Bu yaklaşımı nedeni ile kendi düşüncelerini ölüme giderken dahi ön planda tutması adına bana biraz da “Sokrates’in savunmasını” andıran bir eserdir.
Nisan 2020