SEVEN YEARS IN TIBET / by Jean-Jacques ANNAUD


1952 yılında dağcı, gezgin, coğrafyacı ve yazar Avusturyalı Heinrich Harrer’in kendi yaşam otobiyografisini yazdığı “Dalai Lama’nın yanında Tibet’te yedi yıl” kitabı üzerinden yola çıkılarak hazırlanmış, Fransız sinemacı ve film yapımcısı Jean-Jacques Annaud’un 1997 yılında çektiği ABD yapımı bir filmidir.
Film, bir dağcının Tibet’te yedi yıl süren yolculuğu boyunca yaşadıklarını ve geçirdiği değişimi konu ediyor ve insan kişiliğinin geçirebileceği değişimlerin birçok örneğini sunuyor.
Filmin gerçek hayattaki kahramanı Heinrich Harrer, 1912'de Avusturya doğmuş ve 2006’da vefat etmiştir. Harrer’in dağlara olan tutkusu gençliğinin ilk yıllarına dayanır. Daha Franzens Üniversitesi'nin spor dallarından mezun olduğu ve bitirme sınavını verdiği gün İsviçre'de Berner Oberland'a giderek Eiger Dağı'nın sarp kuzey duvarından çıkan ilk dağcı grubuna katılarak dağları ve yolculukları ne kadar sevdiğini göstermiştir.
Bu filmde Brad Pitt’in canlandırdığı Avusturyalı dağcı Heinrich Harrer, 1939 sonbaharında, arkadaşı Peter Aufschnaiter ile Himalayalar’ın en yüksek tepelerinden birisi olan Nanga Parbat’a tırmanmak üzere yola koyulurlar. Ancak, elverişsiz hava şartları ve çığ tehlikesi onlara engel oluyor. Dağcılar, kamp yerlerine dönerken, başlamış olan 2. Dünya savaşı nedeniyle İngiliz sömürgelerinde bulunan tüm yabancılar, İngiliz askerleri tarafından yakalanıp bir esir kampına götürülüyor.
Başarısızlıkla sonuçlanan birçok kaçma girişiminin ardından, Harrer ve Peter üç yılın sonunda Hindistan’ın dağlarından geçip Tibet’e kaçmayı başarır.
Aylarca 5.000 metrenin altında olmayan geçitlerden geçerek, 15 Ocak 1946'da Tibet'in başkenti Lhasa'ya varırlar. Lhasa halkı ilk önce Harrer ve arkadaşını yabancı oldukları için yadırgasa da kısa sürede onları aralarına kabul ederler.
Burada Harrer, o zamanlar 11 yaşında olan dini lider 14. Dalai Lama Tenzin Gyatso'nun dikkatini çeker. Aralarında başlayan dostluk ile Harrer, Dalai Lama’ya İngilizce ve coğrafya öğretip Batı’yı anlatır.
Harrer, Tibet’te yedi yıl süren macerası sırasında büyük bir politik çalkalanmanın yanında genç Dalai Lama’nın arkadaşlığına ve ruhsal aydınlığına da şahit olur.
Çin, 1951'de Tibet'e saldırınca Harrer Hindistan'a kaçıp sonra da Avrupa'ya döner. Maceralarını Sieben Jahre in Tibet adlı kitabında anlatır.
1950/51 yıllarında Çin saldırıları sonucu bir milyon Tibetli öldürülüyor ve altı binin üzerinden tapınak yıkılıyor. Filmin gösterime girmesinin ardından Çin hükümeti, Tibet’te yaşananları dünyaya aktardığı için başrol oyuncusu Brad Pitt'in Çin'e girmesini yasaklamıştır.
Filmden bazı sahnelere bakarsak; Harrer’i canlandıran Brad Pitt, Tibet’te yaşamaya başladığı zaman oradaki insanlarla kolay iletişim kuramıyor. Pitt’in, tanıştığı bayan bir terziye, hayatında elde ettiği başarıları, çıktığı dağları, zirveleri aldığı madalyaları gösterirken Tibetli Kadının ona, “Siz hayatta her zaman zirveyi zorlayanlara hayran hayran bakarken, biz Tibetliler egosunu terk eden insanlara hayran oluruz” diyerek Tibet düşüncesinden önemli bir mesaj veriyor.

Dali Lama, Brad Pitt’ten Lhassa’da bir sinema salonu yapmasını istiyor. Kazı esnasından topraktan çıkan solucanların, Tibet inanışına göre “Her hangi başka bir canlı, önceki hayatında sizin anneniz olabilir…” düşüncesi ile hiçbir canlıya zarar vermek istemediklerinden solucanları teker teker başka bir yere taşıyıp onları tekrar toprak altına koymaları, Tibet Budizminin canlıya olan saygıyı göstermesi adına önemli bir sahnedir.
Bu film, benim hayatımın dönüm noktasında da etkin olmuştur.
Tibet’te yedi yıl filmini 1998 senesinin Haziran ayında seyrettikten sonra o coğrafyaya gitmeye karar vermiştim. Kararımdan beş ay sonra Katmandu’dan başlayan yedi gün süren zorlu bir otobüs yolcuğu ile Lhassa’ya varmıştım.
Ve ne güzel bir tesadüf ki filmdeki bir sahnenin aynısını, Dalai Lama’nın Heinrich Harrer ile karşılaştığı ilk anda “Kollarında kıllar var mı? Ya ayaklarında?” diye sorduğu gibi, Lhassa’ya iki günlük yolum kaldığı Shigatse yakınlarında ki bir köyde, hayatında benden başka bir bir beyaz görmemiş bir köylü yanıma yanaşıp kollarımı eline almış, tüm tüylerimi teker teker parmakları ile yavaş yavaş çekmiş, kendisinin ve hiçbir Tibetlinin vücudunda kıl olmadığından, suratıma bakıp nasıl bir insanın üzerinde hayvan gibi tüy olabildiğini anlamaya çalışmıştı. Anlayamayınca da kendi tüysüz kollarını gösterip “Bende yok…” dercesine bir şeyler mırıldamıştı.
Bu film de de anlatıldığı gibi, aradığımız bazen MUTLAK YALNIZLIK olabiliyor.
Kendimizi dışarılarda, başkalarında, başarıların zirvesinde ararken, ben kendimi dağlarda dolaşırken bulduğumda, zihnimin ne kadar boş olduğunu, algımın ne kadar açık ve net olduğunu, beni karşılayan karlı dağlara çarpıp da gelen güneş ışığının huzmeleri ve diğer dağların zirvelerinden uçup gelen rüzgarın tınılarını kulaklarımda duyduğumda, kendimi kendi içimde olduğunu hissetmiş ve ne kadar kendim ile barışık olabildiğimi kavramıştım.
Film, Dalai Lama’nın Çin saldırısı esnasında kaçması gerektiği söylenmesine rağmen, Tibet inanışına göre “Sorun varsa ve çözülebiliyorsa bırak çözülsün, çözülemiyorsa endişelenmeye gerek yok, yapılması gerekenleri yapmak yeterlidir” sözü ile halkını bırakıp Tibet’i terk etmek istemiyor. Ancak daha sonraları Çin Lhassa’yı yıkma girişimi başlayınca Hindistan’a sürgüne gitmesi ile son buluyor.
Benim de, Harrer’ın de oralarda hissettiğimiz; Tibetlilerin dediği gibi “sabır ve merhameti öğretenin zorluklar olduğunu, savaşı, mücadeleyi, yapılması gereken neyse onu yapmayı kavrayıp, her ikimizde değiştiğimize inanarak Dünyanın Damından ayrılıyoruz.
“Yolculuklar ne kadar uzun olursa arınmalar o kadar derin olur.”
Benim için giderken ne zaman döneceğimi bilmediğim, üç ay süren bu yolcuğum sonunda ben de Heinrich Harrer gibi ülkeme dönmüş, bir iş bulunca Bursa’ya yerleşmiş, sonradan Bursa’da tatlı bir kız ile evlenmiş, birlikte gezerken de bir kızımız olduğundan, bildiğiniz gibi onunla buna benzer geziler yapmaya başlamıştım.
İyi ki Heinrich Harrer’ Tibet’e gitmiş, Jean-Jacques Annaud bu filmi çekmiş, Brad Pitt bu filmde oynamış…
İyi ki ben de Tibet’e gitmişim…