Her şey olması gereken sırasıyla oluyor

Gelecek geçmeden...

Bu yüzyıl başka bir yüzyıl.
Hem de öyle başka ki her türlü kötülüğü görmek ve gösterilmek istendiğinde yer yüzünde bugüne kadar keşfedilmiş tüm bilgilerin kullanılabildiği bir yüzyıl.
Zannımca bir çocuğunuz bu fotoğrafı bir yerlerde görmüş ya da günde binin üzerinden görseli beynimize gönderen medya sayesinde, hatırlamasak da sanki bir yerlerden anımsıyoruzdur.
Evet, bu fotoğraf, 2017 yılının Mart ayının 15’inde AFP fotoğrafçısı Joseph Eid’in (https://correspondent.afp.com/joseph-eid) ölümsüzleştirdiği, Suriye savaşından bir kare.
Önce fotoğrafın, gerek J. Eid tarafından, gerekse yayınlandıktan sonra medya dünyasındaki açıklamalarına bir göz atalım.
Bu fotoğraf, Suriye savaşının yedinci yılında, Abu Omar (Muhammed Mohiedin Anis) adıyla bilinen, vintage (antik) araba tutkusu olan bir klasik otomobil koleksiyoncusu. Zengin bir ailenin önceleri İspanya’da tıp eğitimi almış sonra da İtalya’da Fiat arabalarının dokümanlarını Arapçaya çevirerek iş dünyasına atılmış, beş yabancı dil bilen, Suriye’ye dönünce de bir kozmetik fabrikası kurmuş, birisi Hama’da diğeri Halep’te iki evi ve her evindeki birer hanımından sekiz çocuğu olan, yetmiş yaşında kültürlü Orta Doğulu bir iş adamın savaş sonrasında ailesini, antika arabalarını, mahallesini, şehrini, ülkesini kısaca  her şeyini kaybettikten sonra çekilmiş bir fotoğrafı.
Savaş sonrası ciddi ekonomik sıkıntılarla boğuşulan bir dönem olmasına karşın Omar, arabalarını satmamış ve bir sonraki nesle bırakmak istemişse de otuzu aşan arabalarından şimdi eser kalmamış. Ya hepsi bombalanmış ya da çalınıp savaş da mahallesine konuşlanan yerel teröristlerce kullanılmış.
Fotoğrafa baktığımızda, seyredenlerin çoğunun gözünde Piyanist filminin ana karakteri Jurek’in yıkıntılar arasında piyano çalarken ki unutulmaz sahnesi gözlerimizin önünde “Hani bu fotoğraf da o filmden bir sahne miydi?” acaba dercesine canlanıveriyor.
İki benzer sahnenin arasındaki yetmiş yıllık fark, aynı Abu Omer’ın doğduğu yıl da biten II. Dünya savaşında yaşananların, birbirinden uzak coğrafyalarda tekrar yaşanan acımasız yok edilişlerin belirli periyotlarla ortaya çıkartıldığını da bizlere gösteriyor.
Biraz da fotoğrafın görseline girersek, roman kahramanı dedektif Sherlock Holmes işlenen suçun karmaşıklığını çözerken "Üç pipoluk bir sorun bu" dediği gibi, hatta Belçikalı sürrealist ressam René Magritte “İmgenin İhaneti” adlı tablosunda bir pipo resmi çizip altına "Bu bir pipo değildir" diye yazmasıyla 90 senedir bitmeyen bir tartışma başlatacak kadar sıra dışı bir nesne ile karşımıza çıktığı gibi, AFP'den Joseph Eid'in de savaşın yıkımına uğramış Suriye'de, yıkıntılar arasında pipolu bir adamın müzik dinleyen fotosu ile "pipo" burada da bir metafor olarak karşımızda yer alıyor.
Ama biz gelelim kendi bakış açımıza, gitmek isteyip de gidemediğim Suriye’ye, Halep’e, Hama’ya.
Yaşantımda herkes gibi, yaptıklarımın keyfini sürerken yapamadıklarımın hüznünü de, aynı bu fotoğraftaki hüzün gibi yaşarım
Birçok defa Suriye sınırına gelmiş olmama rağmen hiçbirisinde sınırı geçecek ya vakit ya da cesaret bulamadığımdan, bu coğrafyayı görememiş ve orada yaşayanlarla tokalaşmamış olmanın hüznü bir ukde olarak içimde kalmıştır. Bu hüznüm ara sıra da bir alev topuna dönüşüp patlamaktadır.
Yok mudur sizlerin de böyle ukdeleri?
Vardır, vardır…
Neler yapmak isteyip de yapamadığımızı sorgulatan bir fotoğraf bu aslında. Yaptıklarımızın keyfini, yarattığımız nesnelere bakarak geçmişimize dönebilir ve onlara bakarak anılarda yaşayabiliriz ama ya yapmadıklarımız, yaşayamadıklarımızı ne yapacağız?
Ya sarılmak isteyip de sarılmadığımız sevgililerimiz,
Ya kucaklaşmak isteyip de kucaklaşmadığımız çocuklarımız,
Ya paylaşmak isteyip de paylaşmadığımız anlarımız,
Ya da koklamak isteyip de koklamadığımız çiçeklerimiz
Ya da…
Ya da”sı yok bu işin. Desek ki geçti gitti. “Ne var canım geriye dönüp bakacak?” diyecek kadar yaşlı olmadığımız sürece, ki hiçbir insan yaşamın son nefesinde dahi o kadar yaşlı olmadığından bilincimiz var olduğu sürece geçmişe bakıp yapamadıklarımızı anıp onlardan bir ders çıkarmak, büyümeye doğru attığımız, atacağımız bir adım olacaktır.
Bizler birer insan olarak her gün bir şeyler okuyup bilgeliğimizi arttırırken, öğrendiklerimizi yaşantımıza entegre edemediğimiz sürece okumamız ne işe yarar ki?
Salt kültürel bir birikim ile yaşamış olmak, ölürken de bir kütüphane kadar bilgi ile yer altına gitmek olmamalıdır.

İşte sırf bu yüzden "o zaman" şimdiyi yaşamalıyız.

Şimdiyi de ancak sevdiklerimize sarılarak, kucaklaşarak, paylaşarak, koklayarak, onlarla aynı anda nefes alarak yapabiliriz.