The Ballad of Narayama / by Shohei Imamura
Hiçbir efsane gerçek dışı değildir…
Ubasute / Yaşlılarını Ölüme terk etme denilen, insanlık duygusundan uzak bir geleneğine bağlı kalarak, 70 yaşına gelmiş, artık üretime katkısı olmadığı düşünülen bireylerin, aileye daha fazla yük olmamaları ve arkadan gelenlerin yaşama şanslarını arttırması adına kendi rızalarıyla ailenin gençleri tarafından civardaki Nara dağının (Narayama) zirvelerinden birine götürülüp bırakılmakta, burada soğuk ve açlıktan ölüme terkedilmektedir.
Hiçbir efsane gerçek dışı değildir…
İki defa gezi yaptığım Japonya’yı anlamak için verdiğim uğraşılar hayatımın birçok zorlu sınavlarında verdiğim uğraşılardan daha fazla olmuştur.
Bu film de öyle oldu…
Her Japonya dönüşü gördüklerimi, hissettiklerimi çevreme aktardığımda, beni dinleyip, “Hadi Canım sen de!” demişlerdir.
Bu filmin yorumunda da böyle diyebilirler.
Her şeye rağmen yazının sonunu getiremeyenler için baştan yazayım, mutlaka ya filmi seyredin ya da kitabını bulup okuyun.
Japoncası “Ubasute”, İngilizcesi “Senicide veya Geronticide”, Tükçesi “Yaşlıların, Aile Büyüklerinin terk edilmesi, öldürülmesi”
Japoncası “Narayama Bushiko olan Shichirô Fukazawa'nın 1956 yılında yazdığı romanından bugüne kadar, ilki 1958 yılı olmak üzere üç faklı yönetmen tarafından irdelenmiş bir eser.
Bu izlediğim sonuncusu, Japon yönetmen Shohei Imamura'nın 1983 yılında beyaz perdeye yansıttığı ve aynı yıl Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye’yi kazanmış karanlık ancak olağanüstü dağ görüntüleri ve iklim şartları altında çekilmiş bir film.
Bu filmi, ne bugünkü AVM kültürü etrafında, ne de bereketli ılıman Anadolu topraklarında oluşmuş düşünce yapımız ile algılayıp kavrayabilmemiz pek kolay olmasa gerek.
Biraz! Yok, biraz değil. Çok fazlaca terk etmeliyiz son elli yılda elde edilen yaşam alışkanlıklarımızı…
Zaten terk etmeye başlamadık mı son bir aydır?
Film ve Ubasute/ Geronticide denilen kültür alışkanlığının, tüm Japonya’da olmasa bile bazı bölgelerinde, bugün içinde bulunduğumuz Covid-19 / Koranavirus’lü dünyada yaşadıklarımızla özdeş, +70 yaş üstü yaşlılarımızın yaşam ve yaşamın son anlarında ki endişelerinden de parçalar bulabileceğimiz bir film.
Film, Maslow’un “ihtiyaçlar Hiyerarşisinde” en alt katmanında yer alan fizyolojik ihtiyaçlarımızdan, “Nefes alma, Yeme-İçme, Cinsel İlişki, Uyuma, Boşaltım” seviyesinde yaşayan, beş altı evden oluşmuş bir köy topluluğunun davranış alışkanlıklarını ortaya koymakta.
Maslow’un sıralamasına bir göz atacak olursak, diğer insani ihtiyaçlarımız olan sırasıyla, “Güvenlik, Sevgi, Ait olma, Değer yargıları, Kendini Gerçekleştirme” gibi konuların coğrafi koşullara bağlı olarak ne kadar azalabileceğini göstermesi adına da ürkütücü.
Kısacası, Japonlar bugün teknolojinin üst seviyelerine ulaşmış olsalar da köklerinin alışkanlıklarını devam ettirdiklerinden, 125 milyon Japon’un Konya Ovası kadar ekilebilir bir alanda beslenmeye çalışıp yaşaması ile davranışları elbette bizlerden bazı farklılıklar gösterecektir.
Film; çok eski değil, yaşadığımız çağda, 19. yüzyılda Japonya'nın sert doğa koşullarının yaşam şartlarının etkilediği, yeterince tarım ürünü elde edemeyen, hayatta kalmak ve soylarını sürdürebilmek için edindikleri birçok acımasız örf ve adetler eşliğinde bir dağ köyünde geçer.

Bu yetmezmiş gibi, elde edilen üretim miktarını arttıramadıklarından, nüfusu sabit tutmak için başvurulan bir başka insanlık dışı uygulama da, kızlar parayla satılabilindiğinden yaşamasına izin verilirken, erkek bebeklerin doyurulamayacağı ya da kendi yemeklerinden pay alacağı için öldürülmeleridir.
Aynı anda cinsel dürtülerin hayvani istekler şeklinde ön planda olması ve yönetmenin tüm bu ihtiyaçları acımazsızca göstermesi, yakın geçmiş çağımız düşünürlerinden Maslow ve Freud’ü bir kere daha anımsamamıza neden olmaktadır.
Diğer yandan, toplum içi kabul görmeyen tembellik ve hırsızlık gibi davranışların, kendi yöntemlerine göre çoluk çocuk ayırt etmeden yok edilmesi de ahlak ve hukuk kavramın vahşi doğada olunduğunda, bu çağda bile ne kadar acımızca gerçekleşebildiğini gösterdiği etkin sahneler yer almaktadır.
Yıkıcı bir başka sarsıcı an ise, beslenme ihtiyacının devamlılığının nasıl oluyor da ailevi ahlak anlayışının önüne geçebildiğinin sergilendiği, ana kahramanı Tatsuhei’nin o güne kadar hiç cinsel ilişkiye girmemiş erkek kardeşinin içgüdüsel tepkilerine hâkim olamayıp tarlalarını yakmasını engellemek adına eşini kardeşine bir geceliğine sunmak istediği sahnedir.
Tüm bu olumsuz süreçler yaşanırken, yaşı kaç olursa olsun, hayat ne kadar zor ve vahşi olursa olsun, Ana yüreğinin her durumda ne kadar duygusal ve çocuklarını korumaya yönelik olduğunu gösteren sahnelerle sürekli karşı karşıya kalmaktayız.
Filmin hayli dokunaklı olan son bölümünde ise Anne Orin, büyük oğlu Tatsuhei'nin sırtında Narayama'ya doğru eziyetli ve uzun kutsal yolculuğunu gösterdiği kısmıdır.
Her inanışı kuvvetli insanların yaşam beklentilerinde olduğu gibi “Hac” yolunda gidilmesi, kendisi gidemiyorsa oğlu tarafından sırtında taşınarak götürülmesi ve gerekiyorsa o “Hac mekânında” Ananın kendi başına huzur bulması adına terk edilmesi, inançların insanların yaşamı devam ettirme ya da sonlandırmada ki kuvvetini göstermesi adına hüzün verici
Ve tüm bunları bizlere gösteren oyuncular sanki bir aktör değil de sıradan insanlar tarafından canlandırılmış gibi durması filme fazladan bir gerçekçilik duygusu katmaktadır.
İnternetten bulup izlenmesi dileği ile
Film fragmanı : https://www.youtube.com/watch?v=fz7xDcDZn7Y