Her şey olması gereken sırasıyla oluyor

Bin dokuz yüz seksen dört


Bugünlerde ne okusak bizi derinden sarsıyor olabilir ama “George Orwell’in 1984 adlı romanı” Anadolu coğrafyasında her 20 yılda bir okunası ve okunduğunda da karşılığı bulunası bir roman.
1984 yılında filmi de çekilen, "Bin Dokuz Yüz Seksen Dört", George Orwell’in "Hayvanlar Çiftliği"den sonraki II. romanı olup Dünya Edebiyatında Karşı-Ütopya (Karabasan) olarak yazdığı politik bir romandır.
“Hikâyesi distopik bir dünyada geçer.” diye internette birçok açıklama görsek de bu açıklama ancak yazıldığı yıllarda söylenebilecek bir cümledir.

Zira George Orwell bu kitabını 1948’de, 1984 yılında olacakları yazdığından “olacak” dediklerinin “olmuş” olduğunu bugün 2020’lerde gördüğümüzde bir yandan eserin zamanının ne kadar ilerisinde yazılmış olduğunu gösteriyor, bir yandan da içinde bulunduğumuz ve yaşarken fark etmediğimiz acı gerçekleri görmemize olanak sağlıyor.
Kitapta tanımlanan Big Brother (Büyük Birader) kavramı günümüzde, 40 yıl önce, 60 yıl önce de sıklıkla kullanılan, hatta eserdeki gibi bu Büyük Birader terimi kullanırken yanında kullanacağımız kelimelere “Acaba izleniyor muyuz, dinleniyor muyuz?” endişesi ile hala dikkat etmekteyiz.
Aynı zamanda kitapta geçen "Düşünce polisi, Kurmaca Dairesi, Varlık Bakanlığı" gibi kavramları da günümüzde dünyanın birçok yerinde var olan uçuk-kaçık hükümet binaları olduğunu görebiliyoruz.
Savaşlar yapıldıkça ne kadar Barış içinde kalındığını kanıtlamak için uğraş veren Hükümet Partisinin yüksek rütbeli memurları, halk Özgür kaldıkça nelere sebebiyet verdiğini gösterip gerçekte birer Köle olduğunu, kendileri bile kabul etmese de anlatmaya çalışan hükümet yetkilileri, bir topluluk Cahil bıraktırıldıkça iktidarların ne kadar uzun süre ayakta kalıp bir dünya Gücü olduğunu göstermeye çalışan liderleri ile günümüzde sıkça karşılaştığımız dünya düzenini bundan 75 sene önce görüp dile getirdiği bir roman
Eserde sık sık “Parti yönetimi, Zafer kahvesi, Zafer çikolatası, Zafer Meydanı” gibi zamanın yönetiminin koyduğu adları gördükçe 1980 Kuşağı olarak gözüm de onlarca çocukluk anısı canlandı.
Babamın Kapalıçarşının arka sokaklarında ki dükkânına giderken Beyazıt Cami ve İstanbul Üniversitesi arasında ki 60 ihtilali sonrası adı Hürriyet Meydanına çevrilmiş Beyazıt meydanında, Üniversiteden çıkan Abilerin bir birlerini vurmalarını, Hürriyet adına meydana bomba atmalarını izleyerek geçirilmiş bir çocukluğun üstüne, farklı ideolojileri değil okumak düşünmek dahi yasak olduğu 80 ihtilalini yaşarken sadece Devlet politikalarına göre ne düşünmemiz gerekiyorsa onu düşündürülerek büyütülmüşlüğümüz yetmiyormuş gibi, son yıllarda taraf olmayanın bertaraf olduğu bir düşünce yapısı ile yaşadığımız yıllar gözlerimin önünden sinema şeridi gibi gelip geçiyor.
Üniversite yıllarında Devletin savunduğu düşünce dışından herhangi bir karşı görüşü savunamadan, daha ağzından ilk laf çıktığında tutuklanan arkadaşlarımıza “onlara ne olacak?” diye düşünerek bakarken, içimizden geçenleri ifade edemeyişimizi, o gün eve nefes alan ölü bireyler olarak dönmemiz adına kabul ettiğimiz gençlik yıllarının ardından, üstlerimize kendi fikirlerimizi savunamadan çıktığımız kariyer basamaklarından geçip gittikten sonra şimdilerde ölüm korkusuna sokağa çıkamadığımız bir hayat içinde öylesine geçen yıllar şeklinde bakıyorum.
Sevmek ve sevişmekten dahi korkarak geçirdiğimiz yılların ardından, acınası hatıraları anımsatan bu eserde, sadece Anadolu coğrafyasında yaşanan geçmiş 80 yılı değil, tüm dünyanın İnsanlık tarihindeki Hakimiyeti elinde tutan yönetimlerin davranış yapılarını da gözler önüne seriyor.

Kısacası; baskılar altında yaşayan bir toplumu okurken, bireyin baskı altındaki durumunu da anlatan Kafka'nın "DAVA" adlı romanına da çok yakın bulduğum "1984"ü iç çekerek, gençliğimden sonra 2. defa okuduğum bir roman.

Mayıs 2020