Her şey olması gereken sırasıyla oluyor

Gelecekte geçmişin izleri

Bel küreğini sapladığında alnından düşen terler geleceğini biçimlendirecek miydi?
Kaan, bir görev bilinci ile yıllardır hiç aksatmadan gittiği işinden emekli olmuştu. Maaşının bağlandığı ilk günlerde hayatını bir boş vermişliğe bırakacaktı ama yılların alışkanlığı ile başka neler yapabilirim?diye sosyal sitelerde gezinip durmuştu.
Yoldaki yaşamı devam ettiğinden facebook’ta “2. Üniversite okuma şansı sizi bekliyor!” haberini görünce de pek bir heyecanlanmıştı.
Hayat tüm canlılığı ile devam ederken tarih okumaya karar verdi.
Kaydoldu, ilk dersler başladı...
Tarih derslerini, son kırk senesinde alıştığı fabrikasal yaşam tarzında ezberlemeye çalışıyor ama birkaç yılda bir değişen toplum beklentileri karşısında olaylar sarpa sarıverince, itişen liderler, savaşan toplumlar ile karşı karşıya kalınca, tarihler, olaylar, kişiler, unvanlar birbirine giriyordu. İlk dönemde bir, ikinci dönemde, anlamakta zorlanmasa da aklında tutmakta zorlandığından, üç dersten kaldı.
Oysa şimdi, emekli haliyle yoldaki yaşam sakin devam ettiğinden, bu bahçede ağaçlarını buduyor, yazın sıcağında kurumuş yaprakları topluyor, çocuklarını besler gibi su veriyor, sık sık onlarla konuşuyordu.
Yıllar önce daha dokuz yaşında iken, idealist Esin Öğretmen ona gelecek adına bir görev biçmiş, Yirmi Üç Nisan töreninde okuyacağı şiirini bile ona sormadan seçmişti. Kaan o güne kadar birkaç kitap, dergilerden birçok şiir, masal okumuştu ama bu onun yapacağı ilk ezberi, topluluğa ilk hitabı olacaktı. Ödevini alınca evde tek başına çalışacağı yer ardı sonra da şiirini tuvalette ezberlemeye karar verdi.
23 Nisan…
Yurdu koruyan,
Yarını kuran,
Sen ol çocuğum!..
Ezberde zorlanıyordu... Öğretmenine olan saygısı ya da adını koyamadığı korkusu ona ezberlemesi gerektiğini söylüyordu. Tuvalette sesli tekrarlar yapsa da her seferinde duraksıyor, takıldıkça, “Hani, yurdumu ben koruyacaktım, hani yarını ben kuracaktım…” diye iç geçirip duruyordu.
Son gün gediğinde, şiirini ancak bir iki kez ezberden okuyabilmişti.
Okul bahçesine annesinin elini tutarak girdiğinde ikişerli sıra olmuş okul arkadaşları, arkalarında yan yana duran ebeveynleri ve sınıflarının başlarında duran öğretmenleri ile karşılaşınca gözlerini kocaman açarak çıkacağı kürsüye bakmıştı.
Kürsü, hitap edileceklere kolay hükmedebilinsin, aşağıda kalan halk yerini bilsin diye onlara tepeden bakarcasına birkaç basamak ile çıkıla bilinen, arkasında kırmızı beyaz karanfillerden yapılmış bir çelenk, yanında bir Atatürk büstü, önünde ulusunun tüm gücünü gösteren ay yıldızlı Türk bayrağı vardı. Gelecek onun elinde olacaktı oysa o şimdi, geleceğin kucağında sallanan küçücük yüreği ile bir hiçti.
Sıra ona geldi ve çıktı kürsüye. Kocaman mikrofonu avuçladı. Mikrofon eline sığmadı, parmaklarının arasından taştı.
23. Nisan…*
İlk kıtayı okudu, ikinci kıtayı okurken sesi titremeye başladı!
Eskiyi unut,
Yeni yolu tut,
Türklüğe umut,
Sen ol çocuğum!..
Unuttu birden eskiyi!
Her şey o tuvalette, içinde saklandığı mahzeninde anlamlıydı. Bir duman kapladı ortalığı. Buğulanan gözlerini her an yağacak gibi gri bulutlarla kaplı gökyüzüne çevirdi, hani beyninin bir köşesinde durduğunu zannettiği şiirin mısralarını hatırlatabilir diye.
Terlemeye başladı. Annesi geldi gözlerinin önüne sonra da kızacağını düşündüğü öğretmeni. Oysa bir lider olması için koymamışlar mıydı ona “Kaan” adını? O verdiği sözü tutmalıydı. Zaten şiiri de öyle demiyor muydu? Neyse ki hatırladı, devam etti;
Bizi kurtaran,
Öndere inan,
Sözünü tutan,
Sen ol çocuğum!..
Duraksadı!
Yanında, Ata’sı kalın kaşlarını çatmış gözlerini kocaman açmış, kendisine, “Başarılarının devamını getirecek, geleceği kurtaracak çocuk bu mu?”, diye bakıyordu. Oysa Kaan daha kendi benliğinin üzerinden ayakta durmayı öğrenmemişken, o büyük gücün etkisi altından ezilmiş, şiirini unutmuştu.
Söz verdim. Tutmalıyım, yoksa nasıl büyüyeceğim?” diye sessizce mırıldandı. Dördüncü kıtanın kelimeleri kekelerken dudaklarından döküldü;
Kü-ü-küçüksün bugün,
Ya-a-yarın büyürsün,
Her işte ü-üst-üstün,
Sen ol çocuğum!..
Yanakları kızardı!
Arkadaşları “Aaahh okuyamadın!” diye dalga geçeceklerdi. Atakan ve Tamer dışındakilerle baş edebilirdi de o ikisi bu işin peşini bırakmazdı. Hele Atakan? Günlerce dalga geçecekti onunla…
Oysa daha küçücük çocuklardı hepsi. Böyle mi büyümeliydiler, ülkelerini böyle mi sevmeliydiler? Her şeyde üstün mü olmalıydılar? Hayat birinin diğeri üzerinde üstün olduğu bir yarış mı olmalıydı?
Son dörtlüğü hatırlayamadı bile. Başını öne eğip selam verip indi kürsüden. Alnından, tel tel saçlarından akan damlalar beyaz kolalı yakasını ıpıslak etmişti. Arkadaşları gene de alkışlamıştı ama o kızacak diye öğretmenine bakmaya korkuyordu.
Sırasına giderken son kıta geliverdi aklına;
Çalışıp öğren,
Her şeyi bilen,
Yurduna güven,
Sen ol çocuğum!..
En arka sıraya yerleşirken yoldaki yaşam devam edeceğinden kendisine bir söz verdi;
Kaan, bu senin son kaybedişin olacak! Ya en önde olmak için çok çalışacaksın ya da kendi isteğinle en geride duracaksın. Kimse seni geçemeyecek, kimseye geçilmeyeceksin, başarısız olmayacaksın, kimse seninle dalga geçemeyecek…
Emekli olduğunda seçtiği tarih dersleri ikinci yılında daha kötü bitince, okudukları da aklında kalmayınca, emeklilik hayali olan üniversitesini bıraktı.
Mevsimler sırasıyla aynı döngüde birbirini izlerken, yaşantısı da bir dönme dolap gibi dönüyordu. Daha birkaç ay önce ilkbaharda doğmuş yapraklar, yazın sıcağında kurudukça buruşmuş, sonbaharın ilk günlerinde gövdelerinin diplerine düşmeye başlamıştı.
Gelecek geçmişti. Yerdeki kuru yaprakları alıp doğruldu.
Yoldaki yaşam devam ettiğinden bel küreğini tekrar saplamıştı ki geleceğine şekil verecek birkaç ter damlası alnından kayıp toprağa düştü.

Hakan ERSAVAŞTI
Haziran 2020
(*)Hasan Ali Yücel’in “23 Nisan” isimli şiiri