Her şey olması gereken sırasıyla oluyor

Hiç bitmeyen öykü

Never Ending Story / by B. Eichinger
Başkalarının öğrettiği gerçekler mi, kendi gerçeklerimiz mi?
Cevapları ararken kaybolduğumuz hayat içinde değil miyiz?
Bir film ama öyle oturaklı aile filmi değil. Doğduğumuz andan öleceğimiz ana kadar yapmamız gerektiği gibi, yapabilenlerin yapabildiği gibi, çocukça bir film, unuttuğumuz çocukluğumuza dair bir film
Sanal dünyanın iletişim ve görsel etkilerini hayâsızca yaşadığımız çağımızda gerçek dediklerimizin, çocukluk fantezilerimiz olduğunu, saf yüreğimizle dünyayı gördüğümüz de kavraya bildiğimizi anlatan bir film
Bitmeyen Hikaye / Die Unendliche Geschichte, Alman fantezi çocuk eserleri yazar Michael Ende'nin 1979'da yayımlanan bir romanından esinlenerek 1984'de İngilizce olarak Bernd Eichinger’in yapımcılığını üstlendiği fantastik bir film.
Bir çocuk film gibi görünmesine karşılık, +18’ler için felsefi tarafı kuvvetli ve çocukluğunu arayan büyüklerin filmi.
Biz büyükler unutmuş olduğumuz zorlu ve mücadelelerle geçmiş yaşantımızı anımsayıp, birçok benzer anlar bulduğumuz bu filmde, kendimizi sık sık film kahramanı Bastina’nın yerine koyuyor onunla sonsuz gücü simgeleyen madalyonun üzerinde “NE İSTİYORSAN ONU YAP” yazdığı, o geleceğe giderken bizler de geçmişimizden günümüze bir yolculuk yapıp ancak arayışlarımızla keşfettiğimiz fantezilerimizi anımsıyoruz.
Ya da onları hiç aramayıp film içindeki, Bastian’ın kendisini bulduğu hikâyedeki kahramanı Atreyu’nun "Umutsuzluk Bataklığında" yok olup giden atı Artax gibi yok olup gittiğimizi mi görüyoruz?
Çocukça ama izlerken geçmişimizde ki boşlukları fark ettikçe zorlaşan bir film. Aynı anda, “hala geç değil, şimdiden sonramız da, yarınımız da var” dedirten bir film.
1981 yılının yazında, 15 yaşında iken Kaş’ın şimdilerde ev dolmuş olan Antiphellos Antik kentinin karşısındaki, ülkede daha çadırla gezmek nedir pek bilinmediğinden üç beş çadır kurulmuş Kaş Camping’inde, annem ve babamla kahvaltımı yapmış, ben yürüyüşe çıkıyorum diyerek o zamanlar daha sırt çantası da olmadığından bez bir pazar çantasına beyaz peynirli yarım ekmek ve içi cam korumalı termosuma su koyarak yanıma almıştım.
Babam elinde kabuklarını yolmaya çalıştığı sopayı bir an bırakıp nereye dediğinde, Kaş’ın sırtını dayadığı dik Asaş dağlarının eteklerine bakıp “Şöyle ilerilere” demiştim.
                      Temsili fotodur :)
Annem için "ilerisi" kampın birkaç metre önü anlamı taşıdığından hiç aldırış etmemiş, çadırın gölgeliğinde öğle yemeği yapmak için domateslerin kabuklarını soymaya devam etmişti. Babam, kafasını arkaya çevirip dağa baktığında, gözlerini az kısarak, “Dikkatli ol!” deyip ardından bana dönüp, soyduğu sopayı uzatarak, “Al bunu! Yardımcı olur sana yürürken” demeyi ihmal etmemişti.
Bir dağa baktım bir sopaya… Dik dağın neresinde bu sopa yardımcı olacaktı bilmiyorum ama aldım ve yürümeye başladım.
Yürüdükçe güneş dikleşmeye başladı, nemli Kaş sahillerinden uzaklaştıkça sıcaklığı arttı.
Önce çalılıklar, sonra sivri kayalıklar arasından iki saatte yakın acaba bir yılan çıkar mı endişesi ile sopayı sürekli adımlarımı atacağım yere birkaç kez vura vura gitmiş, hatta bir vuruşumda aşağıya doğru inmeye çalışan yavru bir yılanı bile kaçırtmıştım.
Annesi var mıdır onunda benim gibi? Ya da babası ona da aşağıya, Kaş’ın düzlüğüne inmek istediğinde “Git ama dikkatli ol !” demiş midir diye düşünerek ilerledim.
Bir kartal, ya da doğan, ya da şahin, bilmiyorum işte, o zamanlar daha on beş yaşındayım tanıyorum kuşları, ama geniş kanatlı bir kuş, üstümdeki kayalıklardan havalanıp göz hizama gelerek beni yakından tanımak istedi.
Sopamı dik tuttum. Tam gözümün iki kaşı arasına. Gözümü oymasın diye…
Kayalar çok dikleşince daha yukarı çıkamadığımdan yatay birkaç onlu metre gittim. Ama her seferinde sopamı yere vurarak. Hani başka bir yılan çıkar mı diye.
Döndüğümde artık ben o eski ben değildim.
Üç saat boyunca kızgın güneşin, kayalardan yansıyan ışınlarında istakozdan da öte kıpkırmızı bir halde kampa döndüğümde sırtım ve yüzümde ki deriler su toplamış, o gece sabaha kadar acılar içinde uyumadan gezindiğim kayalıkların güzelliklerini düşleyerek geçirmiştim.
Çıkmadı...
Ne onun gibi başka bir yavru yılan, ne de benim gibi başka bir çocuk çıkmadı karşıma.
Yağmur sıkıntısıyla yüklü bir günde oyalanmak için bir kitapçıya dalan Bastian’da, eski püskü bir kitaptan “Hiç Bitmeyecek Öykü” deki Fantaziya’nın olağanüstü dünyasına girdiği gibi, ben de Kaş’ın sırtındaki dağlarda öylesine durup adacıkları seyrederken kendi Fantaziya dünyama girmiş, çantamdaki yarım ekmeğimi bitirmiştim.
Eminim ki sizin de anmak isteyeceğiz bir çocukluk fantezinin vardır.
Bu film tam size göre...

Nisan 2020